Ana Sayfa Kitaplık Türkiye Sinemasında Kadın ve Aşk Algısı

Türkiye Sinemasında Kadın ve Aşk Algısı

Yazan: Osman Tatlı

Giriş

Eril yapı sinema ve sanatsal yapıtlarda kadını merkeze alarak kadına ve toplumsal yaşama yön vermeyi amaçlarken aslında erkekliğini kanıtlama ve erkekliğine hizmet etmeyi önceler. Eril yapının doyumsuz ve tatminsiz hâli kadını kendine hizmet ettirmenin yollarını arar ve arayıp bulduğu en iyi yol da sinema ve türevleridir. Böylece sinema kadının bedenini sergileme sahasına dönüştürülmüştür.

Eril yapı kadına özgürlük sloganı adı altında kadın bedenini teşhir ederek röntgenciliğini meşrulaştırarak dolaylı olarak birden çok kadını kendince elde etmenin kapısını aralamıştır ki sinema tarihi demek erkeklerin kadının bedenini kendine teşhir etme tarihidir. Erkek sinemayla kadının özgürlüğünü sunarken hep kadının bedeni üzerinden algılar yaratmıştır. Kadının kadınsal kimliği ve benliği üzerinde durmamıştır. Kadınsal kimlik ve benliğin gündeme taşınmaması -arada taşınıyor gibi yanılgılar vardır- kadının varoluşsal süreci başlamamıştır. Eril yapının böyle bir derdi olmaz çünkü köleler özgür bırakılır ama köle zihniyeti değişmediği için yine zenginlere işçi olurlar. Kendilerine ait bir hayatları olmaz. Olan ise sınırları kalın duvarlarla çevrilidir ve bu duvarlar görünmezdir. Kölenin bedeni zincirlerden kurtulmuş ama zihni ve ruhu köle olarak kalmıştır çünkü ötesini bilmez, öğrenmemiştir. İşte kadınların sinema ve sanat eliyle getirildikleri nokta da burasıdır. Bedeni özgür ama ruhu, zihni efendilerin istediği gibi bir yaşam sürmektedir. Sinemada kadınlara özgürlük sunumu efendilerin şehvetini kabartmaktan başka bir şey değildir. Şehvetin farklı yollarla tatminin adı filmler olduğu söylenebilir.

Özgürlüğün en büyük çıkmazı yani kaosu, kölenin ne istediğini bilmeden hayatın içine karışmasıdır. Özgürlük, dengesizleşen kölenin ancak içip içip sarhoş olup nara atması gibi olmuştur.

Kadının özgürlüğü kadından çok erkeğe yaramıştır.  Çünkü kadının kazanımları sadece sosyal hayatın içinde var olmasıyla görünür olmuştur. Kadının bedenine gösterilen ilgi kadının benliğine, düşüncesine ve ruhuna gösterilmemiştir. Kadın da bedeniyle var olmayı öğrendiğinden dişil yapısını daha iyi kullanmayı öğrenerek benlik ve ruhunu önemsetmeyi becerememiştir. Zaten bunu düşünecek, düşündürtecek anlayışı oluşmamıştır. Filmlerin varlığı da bunu pekiştirmiştir. Kadın kendini filmlerle özgürleştiğini, içinde bulunduğu kötü durumu yansıttığını sanmıştır ama eril anlayış hiç değişmemiştir. Kadına yaklaşımların sadece renk ve şekil değiştirmesi bunu göstermektedir. Eril anlayış zaten kadının kendisi gibi bir ikinci varlığı kabullenemez ki üstünlüğünü koruması gerekir. Üstünlüğünü koruması için kadına sunulan sen özgürsün ama benim varlığımla ancak bunu gerçekleştirir ve benimle mutlu olursun algısı verilerek kadın için erkek vazgeçilmez hâle getirilmiştir. Erkek için kadının vazgeçilmez hâli de bedenini her durumda sergilemesiyledir.

Sinemanın sürekli kadını konu edinmesi yukarda değindiğimiz düşünceleri fazlasıyla desteklemektedir. Nitekim filmlerde erkeğin rolü kadına sahip olmak üzerine kuruludur. Erkek bedeni kadın kadar teşhir edilmez. Kadının bedenin teşhir edilmesi hem erkek oyuncu hem seyirci içindir. Erkeğin özgürlüğü gündeme gelmez, ezilen bir erkekten bahsedilmez, şiddete maruz kalan, tecavüze uğrayan bir erkekten bahsedilmez; dışlanan, eve kapatılan, hor görülen bir erkekten bahsedilmez…

Yüzlerce film kadınların özgürlüğü için savaş verdiği hâlde eril yapının ya da toplumsal yapıda kadının konumunda değişim görülmemiştir. Kadınlar daha da teşhirci olurken kadınlara yönelik şiddet azalmamış artmıştır. Kadınların bedenine saygı artmamış aksine taciz ve tecavüz vakaları artmıştır. Kadınlar özgürleştikçe kadınların bilim, kültür ve sanat alanında ismini duyuran kadın azınlıktadır ve işin tuhaf tarafı bu durum kadının çok da umurunda değildir. Çünkü kadın farkında olsun olmasın kendine sunulan hayatı kabullenmiş ve benimsediği bu durum için mücadele etmektedir. Kadının değişmesi için mücadele eden eril yapı, erkeğin değişmesi için hiçbir şey yapmadığı gibi aksine eril anlayışın dolaylı da olsa güçlenmesini sağlamıştır. Görünenle yetinmesi öğrenen kadın bunu da böyle algılayarak kabullenmiştir.

Türkiye sineması da çok farklı bir pozisyon almamıştır. Dünya sinemanın izlediği yoldan ilerlemiştir çünkü eril anlayış her yerde aynı refleksi vermiştir.

Türkiye sineması da kadını sömürebildiği kadar sömürmüş ve toplumsal yapının bütün değerlerini ayırt etmeden karşısına alarak kendine alan açmaya çalışmış ve bunu başarmıştır. Kapalı toplumsal yapının dinamiklerini yerle bir etmiştir.

Türkiye sineması hiçbir zaman ciddi anlamda kadının kimliğini varoluşsal olarak filmlere aktarmadı. Daha çok kadını eğlencenin bir parçası ve teşhirciliğiyle ön plana çıkardı. Kadın sorununa çözüm üretecek filmler görülmez. Eril yapının zevkine hitap eden filmlere imza atıldı. Çünkü filmler kadar kadın da ticari bir meta olarak görüldü. Kadına başka bir misyon yüklenmedi. Kadının hak ettiği değer dile getirilmedi. Erkeğin etrafında dönen bir kadın imajı oluşturuldu. Kadının varlığı erkeği mutlu etmesiyledir anlayışı Yeşilçam sinemasında sürekli dile getirildi. Kadın seven ama hor görülen, ciddiye alınmayan yapısıyla seyirciyle buluştu. Erkek ikonlaştı, kadın bu ikon etrafında şekillendirildi.

Türkiye sinemasında sevgi ve aşk temaları melodram ve dramla süslendi. Aşkın bir felsefesi konu edilmedi. Sulu bir aşkla seyirci kendinden geçirildi. Aşkta kadın sahiplenen, kollanandır. Ama kadının söz hakkı yoktur. Kadın aşkla itaatkâr bir silik kişiliktir. Kadının sesi yoktur. Aşk bile erkeğin çizdiği sınırlarla varlığını korur, devam eder. Erkeğin istemediği yerde aşk da yoktur. Kadın sadece erkeği arzulayan, arzulara karşılık veren bir cinsel meta gibi sunuldu.

Aşkın hallerinden yoksun filmler aşkı iki kişilik yerine tek kişilik olarak sundu. Kadın kendini ifade edemeyen yapısıyla hep erkekten bekleyen bakışlarla karşımıza çıktı ve bu öyle bir hâl aldı ki ekranlardaki bu tablo toplumsal yapının parçası olmasının yanında adeta bu anlayışı pekiştirdi. Nasıl ki kadın cinsiyet olarak varken kadın kimliğiyle yokken aşkta adı olan, ruhu olmayan bir olaya dönüştü. Sevmeyi bilmeyen bir toplumun filmleri de sevmeyi gösteremedi.

Tabii filmlerde gördüğünü taklit eden seyirci de ekrandaki aşkı hayatına aktarmaya çalıştı. Şöyle ki filmlerdeki kadınlar fazlasıyla itaatkâr, arzulu, anaç ve erkeğin ağzına bakan tiplerdi erkek seyirci de kendisi için filmlerdeki bir kadını hayal etti, arzuladı çevresindeki kadınlardan bunu bekledi. Ama aradığı bu mükemmel itaatkâr ve arzulu kadını bulamadı ve huzuru kaçtı. Bu defa etrafına saldırmaya başladı. Sözde filmlerdeki masum/melodram aşklar gerçekte kadına işkenceye dönüştü. Kadınlar kendisinde olmayan veya bilmedikleri bir kadın olmaları istendi. İlkin bu beklentilere karşılık veremedi ama sonra onlar da filmlerdeki kadınlara benzemek için çabalamaya başladılar…

 

DEVAMI TÜRKİYE SİNEMASINDA KADIN VE AŞK ALGISI’ında

İLGİLİ YAZILAR