Aşkın süslendirilip cazip hale getirilmeye ihtiyacı yoktur. Aşk ifadesi kendi başına zaten derinliği içerir. Aşk tanımı olan; ama âşık olunmadan anlaşılması ve hissedilmesi imkânsız bir duygudur. Ne kitaplar, ne filmler aşk anlaşılır yapar. Bunlar sadece aşkı özendirir. Âşık olma ihtiyacını fark ettirir. Bir kitap ya da film aşkı ne kadar güzel anlatılırsa anlatsın aşkı kendisi olmaz. aşkın kendisi ancak aşık olunca ortaya çıkar. Genel ve özel duygular uyanır. Kitaplar ve filmler genel olanı gösterir. Okuyucu ve izleyici bunlardan özele geçiş yapar. Aşklarına aşk katar mı bilinmez ama aşkın değerini fark ettirir. Ama insanoğlu hayatını duygusallık üzerine kurmadığından, uyanan etkilerde kısa ömürlü olur.
Aşk, âşık olma isteğiyle karşımıza maalesef çıkmıyor. Kime âşık olunacağına da çoğu zaman kişi de karar veremiyor. Ondan dolayı aşkın kriterleri de olmuyor. Kime, neye, nasıl âşık olunduğu bir gizem, muammadır. Kişi çoğu zaman aşkın içinde bulur kendisini. Şaşkınlık, kararsızlık ilk defa tanışılan duygu karşısında benliği esir alır. Aşkla tanışmanın yol açtığı bu durum süregelen hayatın dışına çıkılmasındandır. Sürekliliği alt üst eden aşk, kişiye farklı alışkanlıklar ve hayata yeniliklerin kapısını açar. Kişinin kararsızlığı da hayatının değişime açılmasındandır. Bu da kolay değildir. İnsan değişime direnir. Sadece değişen duygular değildir, düşünceler de yaşam biçimi de bundan etkilenir. Aşk her şeyi değişime zorlar. Ki aşkın sevgiye dönüşmesinden sonra insanların eski düzenlerine dönmeleri ve yine insanların aşık oldukları insanı araması da bundadır. Aşk kişiyi şöyle böyle biraz değişime zorlar. Ama zayıflayınca da kişiler eski haline döner. Çoğu insan aradaki bu değişimi fark edemez. Aşk zamanındaki kişinin tutumu ile sonraki insanın tutumu arasındaki farklılıkları kabullenilmesi zordur…
Türkiye sineması zorlama aşklarla oynamayı seviyor. Toplumda örnekleri olmayan ve aykırı aşklarla gündeme gelerek dramatik aşklarla imza atıyor. Bunların bir örneği de “Sonsuz Aşk” filmi. Konusu zengin erkek, fakir kadın aşkı. Çevresindeki kadınlardan bıkmış ünlü bir Doktor Can. Kadınlara karşı tatminsizlik yaşıyor. Tabii bu duygusal bir tatminsizlik, gecelik ilişkileri devam ediyor. Akla şu soru geliyor, kendi statüsünde ve sınıfındaki kadınlara karşı neden ilgisiz ve duygusal bir bağ kuramıyor? Asıl sorulması gereken bu soru filmde olmadığı gibi Türkiye sinemasında da karşılığı yok. Pek gündeme gelmediği içinde seyirci de bu sorunun peşine pek düşmüyor.
Can, nasıl bir kadın arıyor? Çevresindeki kadınlardan neden hoşlanamıyor? Ki çevresinde Zeynep’ten daha güzel kadınlar olduğu kuşkusuz. Demek ki Zeynep’i cazip yapan güzelliği de değil? Can ve çevresiyle kıyaslandığında Zeynep cahil, görgüsüz bir tiptir. Hiçbir özelliği yoktur. Yetenekli olduğu tek konu yemek pişirmesi ve temizlik yapmasıdır. Bir de güzelliği var. Can için bunların hangisi etkileyici? Cevabı yok. Aşk için bir neden mi aramalıyız sorusu sorulursa, aranmaz ama aşk içinde zeminin olması gerekir. Aşk durduk yere kalplere de yerleşmiyor. Aşkın nedenini bilemeyiz ama duygularda bir cevabı vardır. Bizler üzerinde duramadığımızdan dolayı bunu bilemiyoruz. Sonuçta kendi ortamında aramadığı huzuru Zeynep’te bulan Can, ilk günde kendini aşkın kolları arasında buluyor.
Aşk neleri aşar? Bu basit, ama bir kadar önemli ve ciddi bir konudur. Duygusal yoğunluk döneminde yaşanan kararsızlıklardan birinin nedeni de budur. Aşk uyumda arar. Aşık olunmada, ama uyum yoktur. Duygular harekete geçtikten sonra sosyal, kültürel farklılıklar gün yüzüne çıkar. Bu durum bazen ilk günlerde aşkın önüne geçer, bazen aşk bunu aşar sonra acı yüzünü gösterir. Aşk böyle garip bir şey işte, ne yapacağı belli olmuyor.
Zeynep belki de son günlerini yaşayacağı için aşkı sorgulamıyor ve az kalmış günlerinin tadını çıkarmaya çalışıyor. Can ise, tam tersi kafası karışık, Zeynep’in öleceğini bilmese kararsızlığı ilişkinin kopmasına neden olacaktır.
Aşk hayata yeni bir pencere açar. Aşk bir etkileşimdir. Baskın olan karakter diğerini etkiler. Bu etki eksik olan yönlerin dışa vurulmasıdır. Can’da hem geçmişiyle hem de içinde bulunduğu yaşantısını sorguluyor. Daha önce yapmadığı şeyler yapmaya çalışıyor. Aslında birçok film aşk öncesi yaşamı yapay gösterir. Sanki aşk olunca gerçek hayata dönüşüm yapılıyor gibi bir algı verirler. Hâlbuki önceki yaşam yapay değildir, sadece eksiklikleri görememe ve duyguların uykuda olmasıdır. Aşk duyguları uyandırınca kişi kendisiyle daha fazla zaman geçiriyor. Monoton yaşayış kırılma noktasına giriyor. Can’daki değişimler bu şekilde doğal karşılanmalıdır. Zeynep sadece tetikleyici bir unsudur. Var olanı harekete geçirmiştir. Yoksa Zeynep’in güçlü bir karakteri yoktur.
Aşk ve tutku kardeşlerdir. Aşkın olduğu yerde tutkunun baş döndürmesi vardır. Bu tutkunun aşırı kişinin kendisine yabancılaşmasına yani kendine ait olmayan davranışlar sergilemesine neden olabilmektedir. Kişi kendi benliğine uzaklaşmaya doğru adımlar sergiler. Aşk kişinin yaşantısını tamamen değiştirmesi değildir. İçinde bulunduğu yaşantısına renk katıp yoluna devam etmektir. Ancak Türkiye sinemasındaki filmlerin çoğunda ve Sonsuz Aşk’ta görüldüğü üzere karakter âşık olduktan sonra tamamen farklı bir yaşantının içine girmektedir. Ve filmlerin çoğu burada bittiğinden biz de ilerde yaşanan iç ve sosyal çatışmaları göremiyoruz. Filmler bizden bu gerçeği saklamaktadırlar. Can’da gördüğüm değişimin sonrasındaki ruh halini filmde görmüyoruz. Filmin böyle bir derinliği de yok.
Aşk cinsiyetle başlar; cinsiyetle son bulmaz. Aşk bedensel değildir. Aşk, kalbin harekete geçmesi ve zihnin ufkunu açmasıdır. Aşkı temsil eden beden ölümle tanışabilir, ama aşkın uyandırdıkları toprak olmaz. Kişide kalıcı izler bırakır. Benlik aşkın izini takip eder. Kişi aşkın tadını aldı mı peşinden koşar ve başka beden de bulmaya çalışır. Bir sonsuzluktan bahsedilecek bu manada yorumlanmalıdır. Yoksa bedeni temsil eden aşk kişide sonsuz olarak âşık olanda yer etmez. Yarınlarda aşkı temsil eden başka bir cinsiyet karşılaşılır.
Osman Tatlı