Ölüm gelmeden hayatın değerini bilmek gerekli bir algı iken, hayatın içinde bu anlayış çok da fark edilen, önemsenen bir konu değildir. Kendi değerini bilmeyen insanın, başka şeyleri önemsemesi zor olduğu kadar, her an her şeyi önemse bilinci hayatın akışında yok gibidir. Ölümün sıradanlığı, ancak ölümle yüzleşme anında kaybolur. Ölümün her an hissetme, insan gerçekliğinden uzaktır. Her an ölümü düşünmek de, her an anı yaşamak da hayatın doğasında yoktur. Var olsaydı değer kavramı olmazdı. Değer kavramın olabilmesi için yitirme duygusunun oluşması gerekmektedir. Yitiriliş olmadan var olanın değeri insan tarafından hissedilmemektedir. Tabii bu hissiyatı diri tutmak da apayrı bir çaba ve bilinç gerekmektedir.
Ölüm elimizdekini yitirmeden fark etmeyi öğretmek içindir. Sıradanlığın yıkışı ve sevginin yüceliği ölümle ortaya çıkar.
Ölüm insanın baş edemediği gerçeği kadar, korktuğu bir gerçektir. Korku, insanın kendi gerçeğine dönüşü için önemlidir. ölüm korkusu insanın en zayıf noktası ve dikkatini çeken bir konu olduğundan sinema da bir zayıf nokta ile oynamayı sevmektedir. Sinema için ölüm bulunmaz bir malzemedir. İnsanı etki altına almanın ve tutmanın en iyi yolu ölümü dramatik hale dönüştürmektir.
Ölümle en çok bağdaştırılan konu yaşama renk veren, yaşama heyecan katan ve en önemlisi yaşama arzusunu kamçılayan sevgidir. Sevgi ve ölüm ikilisi oluşturduğu dramatik hezeyan sinema için bulunmaz temalardır.
Türkiye sineması ölüm ve sevgi ikilisini daha çok yaşadığı konu bulma sıkıntısından dolayı bol bol ekrana taşımaktadır. Dikkat geçen bu ikili unutmamak gerekir ki insanın en zayıf noktalarıdır. Sevmeyi bilmeyen bir toplumda sevgiliyi kaybetme duygusunun ortaya çıkardığı yıkımdan etkilenmesi doğal olsa da ekran başında yaşanmamış duygularla baş başa kalma kadar ne acı olabilir. Acılarla donanmış beyaz perde seyirciyi kendinden rahatlıkla yüzleştirebilmektir. Ama maalesef bu yüzleşme de yapay bir kandırmacadır.
Türkiye sineması popüler olan aşka ayna tutmayı seviyor. Popüler olanın sunumu daha kolay olmaktadır. Aşk ve ölüm de popüler konulardır. Aslından koparılan gerçekçi konular olsalar da. Türkiye sineması aşka yön vermeyi sevmektedir. Belki de sanatın ruhunda insana yön vermenin olmasındadır. Sinema da bu konuda kendine düşen rolünü oynamaktadır.
Ölümü ve sevgiyi eksenine olan Peri Masalı, bize bir sevgi ve ölüm sunmaktan uzak, sadece bu ikiliden faydalanarak dram oluşturma peşinde koşmaktadır. Kaybetme korkusunu da yaşatamamaktadır. Fedakârlık adına baba ile barışma çabaları fazlasıyla sırıtsa da sevmenin verdiği iyimserlikle mi, yoksa ne alaka diyebileceğimiz -ki kahramanımızın çok da umurunda olmadığından- ölüme meydan okuma söylemi ne aşkın doğasında ne de okunan ayetlerle ilgili. Peri’nin ruh hali tamamen ölümle yüzleşmenin getirdiği bir iyimserlik ya da mutlu olma rolüdür. Aşk ölümle burun buruna gelen bir insanı yönlendirme de acizdir. Sağ kalandaki etkisinden bahsedilebilir.
Ölümün karşısında başka hayatlar can bulurun karşılığı filmde hemşire ve doktorun yeşeren aşkıdır. Aşkla mutluluğu bulduğunu düşündüğümüz Peri, aşkı aşılama uğraşını ölüm yatağında da olsa göstermektedir. Ölümün kol gezdiği koridorda yeşeren aşkın değerini gösterme adına önemli bir adım olarak görülebilir. Ölüm sıradanlaşmıyorsa, sürekli ölümün etraf da somut varlığıyla gezdiği koridorda sevgilinin değerini bilme ve hayatın sunduklarını hissetmeyi öğrenme adına ölüm çok güzel bir öğreticidir. Ölüm kaybetme korkusunu yaşattığından, sevgilinin ve anın değerini bilmeyi de öğrenir insan. Gelin görün ki bunun sürekliliği dediğimiz gibi doğamızda yok. Bazı anların varlığı dediklerimizi inkâr etmez.
Kaybetmenin karşısında beliren ikinci değer oluşturma çabası baba oğul arasındaki kırgınlığı/küslüğü bitirmektir. Ölüm var olan şeyi insana hatırlatır. Varlarken kıymetlerini bil uyarısı yapılmaktadır.
Tabii bu bütün söylediklerimizi maalesef filmin zayıf kurgusu ve kötü oyunculukları vermekte zorlanmaktadır. Seyirci aşk ile ölüm arasındaki bağı daha kaliteli senaryo ve oyunculuklarla görmesi hak etmektedir ki bahsettiğimiz farkındalık sadece dramatik amaçlarla hazırlanmış filmlerle oluşturulamaz. Aşk ve ölüm ikilisinin sunumunda bir felsefik bakış açısı olmalıdır. Evet, filmin dram ve komedi tarafı ihmal edilmesin ama film bunlarla da seyirciyi boğmamalıdır.
Ayrıca şunu da unutmamak gerekir, erkek kadının kahramanı değildir ve olmamalıdır. Kahraman etiketi bir beklenti ve misyon yüklemektedir erkeğe. İlişkiler etiketler üzerine kurulduğunda yapaylaşır ve gerçekliği kaybolur. Beklenti üzerine kurulan ilişkilerde kriterler doğallıktan çıkar ve olmayan özellikler aranır. Bunun beraberliğinde ilişkinin ömrü kısalır. Çocukların kahraman babaları olur; ama kahraman sevgililer olmaz. Kişi sevgilisine kendini doğallığıyla sunmalıdır. Ötesi maskelerdir.