Ana Sayfa Film Eleştirisi İncir Reçeli: Bar Aşkı

İncir Reçeli: Bar Aşkı

Yazan: Osman Tatlı

Romantizmin popüler olduğu sinemada karakterleri öldürmek bir zorunluluğa dönüştü.
Seyirciyi ekrana kilitlemek, heyecan dalgasını yükseltmek, ayrılık acısını hissettirmek, hayal
kırıklığı oluşturmak için dramatik bir son gerekiyor. Bu son için de kadının ya da erkeğin
amansız bir hastalığa yakalanması ya da aniden ölmesi, trafik kazası geçirmesi gerekiyor.
Eskiden melodram filmlerinde ayrılığın farklı nedenleri vardı; kadın/erkek fakir, erkek/kadın
zengin olurdu. Araya gaddar babalar girer, onların dedikleri olurdu. Kültürel farklılıklar
ortaya çıkar, ayrılık yaşanırdı. Ya da etik değerler araya girerdi. Kısacası ayrılık ve hüzün için
dramatik ölümlere gerek duyulmazdı. Günümüzde ise eski tarz aşklar aşıldığı için, yeni
kurgularda sevgililerden birinin ölmesi gerekiyor ki filmin sonu romantik bitsin, seyirci
duygusal olarak şahlansın.

Melodram filmlerindeki aşklar halktan biraz izler taşırdı. Halka uzak bir aşk yoktu. Aşklarda
masumiyet vardı. Sıcaklık hissi verirdi. Günümüzde ise aşklar evlere ve barlara hapsedildi.
Olaylar evde yemek sofrasında ya da yatakta geçerken, barda ise müzik eşliğinde delicesine
sallanmakla ya da aralıksız bira, viski vb. içmekle geçiyor. Fazla mekâna gerek duyulmuyor.
Âşıklarımızın hayatı bundan ibaret kalıyor, başka bir dertleri yok. Sanatsever ve entelektüel
karakterdirler. Arada gitar, arada kitap, arada bir iki tablo, arada müzik ve üstüne de
masalımsı bir aşk, film kurgularımızın oluşturulmasına yetiyor. Sahi seyirciler de bar ve ev
arasında mı yaşıyorlar? Bara gidemeyecek değiller, giderler tabii, bu bir eleştiri değil zaten;
eleştiri olan son dönem aşk filmlerinin barda geçmesidir. Bar dışında bir hayatın olmamasıdır.
Âdeta bar kültürünün, bar algısının dayatmasıyla karşı karşıyayız. Barlar dışında aşkın
yaşanabileceği başka mekânlar yok mu? Bir kıtlık mı var? Anlamakta zorlandığımız kısım
burası. Ayık olmayan bir kafa ile aşk nasıl yaşanır, bilemiyorum. Seyircinin de bunu
düşündüğünü sanmıyorum.

Sabahı gecesi belli olmayan Metin karakterimizin hangi arada ayılıp, skeç ve senaryo
yazdığını bilmeyişimizin ötesinde hayatı barda içmekle geçen birinin sosyal konuları ele alan
skeçleri nasıl yazdığını daha dikkatli çözümlemek gerekiyor. Güldürüyü ve düşündürtmeyi bir
araya getiren skeç, sosyokültürel ve siyasi dokuyu iyi bilmeyi gerektirir. Metin’in hayatında
bunların hiçbiri yok. Mağarada yaşayan biri görüntüsü yetmiyormuş gibi mağaradan çıkınca
karşısına çıkan ilk kadına tutulması da senaryonun aceleciliği olsa gerek.

Aşk yazan ama âşık olamayan ve aşkı yazdıklarında hissettiremeyen bir karakter Metin; ki
âşık olduktan sonra yazdığı senaryo diğerlerinden farklı bir yer tutuyor. İlk defa âşık olan bir
karakter izlenimi veriyor. Elinin altında kadınlar olmasına rağmen nedensiz bir şekilde
ilgilenmiyor. Sınırlı, mesafeli ve muhafazakâr bir görüntü veriyor. Kadınlardan neden uzak
bilinmez ama aşk yaşaması için de bir kadının zorlaması gerekiyor. Öleceğini bilen bir kadın,
bir erkeği neden kendine âşık eder ya da âşık olma arzusu içine girer. Yönetmen bu sorularla
ilgilenmemiş. İlgilendiği dramatik bir aşktan ibaret.

Türkiye sinemasındaki son dönem aşk filmlerinin -ki çoğu taklit olsa gerek- kurguları
birbirine benzemeye başlamıştır. Erkek ve kadın birbirine hızla âşık oluyorlar, mutlu bir
yarım saat geçiriyorlar, sonra her mutluluğun bir sonu var anlayışıyla aşka darbe vuruyorlar.
Elbette ki seyirci mutlu sonla biten filmleri sevmiyor. Mutluluk değil, acılar ilgimizi çekiyor
galiba. Acıyı mı önemser olduk yoksa kendimize mutluluğu layık mı görmüyoruz?

Kurgu hataları, filmin hikâyesinin absürtlüğü ve oyuncuların yetersizliği üzerinde durmaya
gerek görmüyoruz ki bu çalışmamızın dışında kalan bir konu. Her seyircinin çok rahat fark
edebileceği bariz kurgu hataları mevcut. Yeter ki duygusallığın rüzgârına kapılmasın.
Filmdeki algı ve tema ile ilgilendiğimizden filmin bu yönlerine geçiyoruz. Gelelim filmin algı
mesajlarına:
 Bar ortamında erkeklerin kadınlara, kadınların erkeklere sarkıp bir gecelik ilişki talep
etmeleri normal bir şeydir.
 Barda insanlar kütük gibi sarhoş olup, eve gidemeyecek kadar şuursuzlaşabiliyor.
 Barda insanların neden su içer gibi bira, viski vb. içtiklerinin bir nedeni yok. Filmde
bununla ilgilenilmiyor. Verilen tek algı, zevk için içtikleridir. Zevk için içiyorlarsa
demek ki bara gidenlerin hiçbir derdi yok. İşleri de yok, düzenli bir hayatları da yok;
aile diye bir kavram zaten hiç konuşulmuyor. Zevk için iç, oradan bir hatun ya da
erkek ayarla, şehvetini tatmin et, diğer gün de aynı ve böyle devam eden bir hayat…
 Hayat; bar, ev ve aşktan ibarettir. Başka önemli bir şey yok.
 İlişkide kadın aktif rol oynamalıdır. Erkek pasifse kadın istediklerini rahatlıkla dile
getirmelidir. Kadın kaçar, erkek kovalar klişesine bir tepki vardır. Filmde zaten roller
değişmiş durumda; kadın belirleyici, erkek ise edilgen konumda.
 Kadın ve erkeğin bir araya gelişi sevişme üzerinedir. Sürekli sevişmek; repliğin
birinde hastalık, diğerinde sadakat ifade etse de sonuçta birbirini tanımayan insanların
sevişmesi doğallaştırılıyor. Aşk ya da duygu aranmıyor.
 “Babalar en iyisini bilmez.” Repliği babaları değersizleştirme olarak değil de
toplumda babaların evlatlarının hayatlarında belirleyici olma rollerine bir eleştiri
olarak görülebilir. Babalar yanılabilir, kendi içlerinde bastırdıklarını çocuklarının
omzuna yükleme hakları yoktur. Babalar, bazen çocuklarını tanıdıklarını sanır; ama
yanıldıkları da çok olmuştur. Babaların “Ben çocuğumu tanıyorum, onun için en
iyisini bilirim.” anlayışı bir kenara bırakılmalıdır. Evlatlar hata da yapsa, kendi
yollarını yani kendilerine ait olanı bulmalarında fırsat vermeli.
 Beş para etmez ön yargılar da güzel ve derinliği olan bir replik. Ön yargılarımızın
kurbanı bir toplum olduğumuz için, vurgu önemli. Ancak ne kadar yeterli bilinmez.
Sormak yerine gördükleri yanlışlara göre karar veren ve sonra pişman olan ama iş
işten geçmiş bir yaşamın kurbanı insanlarız. Bu toplumun insanlarına sormak neden
zor gelir, öfke nöbetine kapılıp köşesine çekilir ya da silah çekilip mermi yağmuruna
tutulur. Filmimiz modern bir anlayış taşımasaydı yataktaki baba delik deşik edilirdi.
 Öyleyse aşk ön yargıları aşmalıdır. Tabii eğer aşk ise…
 Aşk ayrılığı, insanı sanatçı yapıyor. Yani senarist, müzisyen, yazar, fotoğrafçı…
Halkımızı ise katil yapıyor ya da psikopat bir dayakçı.
 Sarhoş ve ön yargılı biri, herkesi kendine hayran bırakacak bir film senaryosu
yazabiliyor. Birileri de sarhoşun filmine methiyeler yazabiliyor.
 Yapımcılar için, filmin içeriği değil, satışı önemlidir. Niteliğin önemi yok.
 Bar dostluğu diye bir şey yok. Herkes bencil bir hayat yaşıyor. Kimse kimsenin
umurunda değil. Zaten insanlar barda dost aramaz, sevişecek birini arar. Metin de
sürekli yalnız ve kimse de onun umurunda değil.
 Bilgi için arama motorlarına, senaryo yazmak için kitaba gerek varmış.
 Filmi dramatikleştirmek için bilimsel bilgiler önemsenmeyip yanlış bilgiler
verilebilirmiş. AIDS sosyal bir vakaya değinmekle farklı bir tema olsa da AIDS
dernekleri filmdeki bilgilerin yanlışlıkları üzerine basın açıklaması yaptılar. Demek ki
filmlerdeki bilgilere fazla inanmamak gerekiyor. Filmleri bilgi kaynağı edinenlere
önemle hatırlatılır.

 Ölmeyi bekleyen biri, sırf kendi duyguları için başkasının hayatını mahvedebilir.
Adamı kendine âşık et, elini kes, AIDS olduğunu hatırla ve adamdan kaç. Madem
AIDS olduğunu biliyorsun ve bu ilişkiden bir şey çıkmayacağının farkındasın neden
sevdiğin insanın hayatını karartırsın. Şöyle diyelim, 25 yaşına kadar kaç kişiyi kendine
âşık etti acaba?
 Filmin en tartışılması gereken konusu ise aşk ve şehvet arasındaki ilişki olsa gerek.
Aşk, şehvetten bağımsız mı? Şehvet olmadan aşk olur mu? Şehvet için zaten aşka
gerek olmadığını biliyoruz. Bar çıkışlarındaki tek gecelik ilişkilerden bunu biliyoruz.
Kahramanlarımız ölesiye birbirine âşık ve birbirlerini arzuluyorlar; ama birbirine
dokunmuyorlar. Demek ki her şey cinsellik değilmiş. Âşık, şehvet kurbanı
olmayabiliyor. Şehvet olmadan da aşk yaşanabiliyor.
Bar aşklarının bizim için bir gerçekliği ve samimiyeti yok. Halk içinde bir gerçekliği olmadığı
da ortadadır zaten. Her ne kadar filmlerle böyle moda oluşturulsa da kalıcılığı ve
belirleyiciliği zordur. Sokaktaki insanların duygularını ve yaşamlarını beyaz perdeye
yansıtmayan filmlerin varlığı su üzerindeki köpüktür. Romantizm barda ve yatakta yaşanan
bir duygu değildir. Böyle anlamlı ve yüreklere temas eden bir duyguyu içki şişeleri arasında
sempatikleştirmek, bu topluma yabancı olmanın bir göstergesidir. Kendi yaşam biçimlerini
topluma dayatmanın doğru bir sanat anlayışı olmadığının, tarihe gömülen filmlerden
anlaşılması gerekmektedir.
Aşk, sevgili hayatta iken incir reçeli yemeyip öldükten sonra yemek değildir. Aşk, kişilerin
kendine özgü olan özelliklerini ortadan kaldırmaz. Aşk,

İLGİLİ YAZILAR

1 yorum

behzat 11 Kasım 2023 - 00:28

incir reçeli bana hayatta bazen gercekten her şey için deyilecek ugruna olebilecek dogru insanlarin oldugunu hatırlatıyor en basit baska ornek JOHN WİCK

Comments are closed.